BAK BU REBABIN SESİ NE DİYOR?

ARKAMDAN GEL DE YOLU ÖĞREN...
Nasipse bu hafta sonu İstanbul’da kadın ve erkek konusunda bir seminer vereceğim. Daha çok kişilik tiplerini de içine alan farklı bir çalışma yapmayı planlıyoruz başka bir doktor arkadaşla beraber. Neden bir araya gelirler, nasıl bir araya gelirler, nasıl ilişki kurarlar, ilişkiyi nasıl sürdürürler, nasıl sonlandırırlar gibi konuları psikoterapotik kuramlarla ilişkilendirecek bir çalışma.
Haziranda da nasipse merkezi New York’ta bulunan Masterson enstitüsü ve benim de üyesi ve katılımcısı olduğum Psikoterapi enstitüsünün birlikte organize edeceği Uluslararası Materson günleri Bayramoğlunda gerçekleştirilecek.
İlişkileri zor kılan ne diye düşünür oldum uzun süredir. İlişkiler iki kişi arasında gerçekleştirilen bir olgu. Bu iki insan öncelikle iletişim kurmaya niyetli mi? Buradan başlıyor işlem bence. Hani Hz Pir diyordu ya “dile en iyi müşteri kulaktır” diye. Dükkanı açanın ilk araştıracağı, müşteri var mı yok mu? Bu fark edilmeli. Yoksa birinin kurmaya başladığı iletişim ya da ilişkinin niteliği zaten anlamsızlaşıyor. İsterse en iyi araçları kullansın. Kulak yoksa, müşteri yoksa hiçbir anlamı yok.
Varsayalım müşteri var. Soru şu. Alıcı mı? Değilse yukarıda söylediğim gibi, sunacağınız tüm argümanlar anlamsızlaşıyor. Esnaf tanıdıklarınız varsa bilirsiniz, müşteriyi seçerler kendi tecrübelerine göre. Duymuşsunuzdur bu alıcı değil dediklerini ve hiçbir eylemde bulunmazlar onlar için. Bu anlamayanlar ya da anlamaya niyeti olmayanlar için iletişimde de çok iyi bilinen bir olgudur. Mesnevi de geçer: “Ahmağa verilecek en iyi cevap susmaktır” şeklinde. Ya da ilk on sekiz beyitte hatırlarsınız şöyle der Hazret: “Ham pişkinin halinden anlamaz sözü kısa kesmek gerek vesselam”.
Varsayalım alıcı. Diğeri de iletişim kurmaya niyetli. O zaman soru şu: iyi niyetli mi? Gerçekten amacı anlamak mı? Saygı duyacak mı söyleyeceklerine? Sen ve o iki ayrı kişi misiniz? Yoksa diğeri tüm dünyayı kendi uzantısı gibi mi görüyor? İyi niyet ve saygı yoksa yine yapılacak şey tez elden selametle demek ve susmak.
Varsayalım hem alıcı hem de iyi niyetli. Alacak parası ve vakti var mı? Ya da almaya yeter mi kapasitesi vereceğiniz ya da satmayı düşündüğünüz değerleri? Hızlıca bunu değerlendirmeniz gerekiyor. Ve sizin ona anlatma kapasiteniz onun anlayacağı düzeyde esniyor mu? Siz de esnek misiniz? Alıcı ve vericinin kullandığı yöntemler benzerlikler içeriyor mu? “ne kadar anlatırsan anlat diğerinin anlayacağı kadardır anlattıklarınız” bunu da biliyoruz.
Varsayalım alıcı, iyi niyetli, kapasitesi var. Dinleme kabiliyeti ve sabrı var mı? Sizin de öyle. Dinlemeyi biliyor mu? Biliyor musunuz? Dinlemeden anlamak mümkün değil zira. Bunun için en pratik yöntem diğerinin sözü bitinceye kadar sabredebilmek ve bittikten sonra duyduklarınızı şunları şunları söyledin doğru anlamış mıyım diye ona teyid ettirmek. Doğru anladığından iyice emin olmak.
Yukarıda saydığım temel argümanların her biri çok önemli ve daha fazlası da var olmakla birlikte. Peki bunları yapabilmek nasıl mümkün olur? Öncelikle bütün bir insan olmakla. Bunun tersi yarım olmaktır. Çoğumuzun yarım olduğu düşünülürse aslında sadece iletişim yöntemlerini öğrenmenin neden yetersiz olduğu kolaylıkla anlaşılabilir. Yarım ya da tüm olmak kavramları neyle ilgili? Bu maruz kaldığımız bazı travmalardan doğan patolojilerimizin zamanıyla ilgili. Yaşamımızın ilk üç yılında maruz kalırsak bu bizi yarım bırakıyor. Ondan sonrakiler de sıkıntı vermekle birlikte yine de bütün biri olabiliyoruz. O yüzden ilk üç yıl çok önemli ruhsal gelişimimiz açısından ve ebeveynlerin hassas olması gereken yıllar bunlar.
İki bütün insan bir araya geldiğinde doğru ilişki ya da iletişim ancak başlıyor aslında. Sonra da eğitilmemiz gerekiyor. Eğitim de öncelikle modelleyerek başlıyor, başta aile. Şemalarımız oralarda oluşuyor çünkü. Diğeriyle ilişki kurma modellerimiz. Küserek, bağırarak, dayatarak, dinleyerek, sabırla saygıyla hepsi şema ve modellerden oluşuyor.
Sonra ergenlik dönemi ikinci en önemli eğitilebileceğimiz ve kendimizi düzeltebileceğimiz zaman dilimi. Bu da kaçarsa ille bir kılavuz bulup tamir olmak zorundayız. Yoksa kimse beni anlamıyor türküsünü bozuk plak gibi söyler dururuz.
Hazret’e kulak verelim: “En iyi bildiğin yol bile olsa kılavuzsuz gitme”. “Bak bu rebabın sesi ne diyor? Arkamdan gel de yolu öğren”.
Dr Faik Özdengül
fozdengul@gmail.com
Salı, Mayıs 26, 2009 tarihinde Unknown tarafından kaydedilmiştir , | 1 Yorum »

1 yorum:

Adsız dedi ki... @ 31 Mayıs 2009 15:46

hocam sen ne çok geziyon ya