VURUN AYAKLARINIZI



Analar alın çocuklarınızı çıkın dağlara, tepelere,
Boş gördüğünüz susuz alanlara çıkın ve seyreyleyin etrafınızı,
Serap görmek istercesine bakın ötelere
Çocuklar sizde vurun ayaklarınızı yerlere
Topuklarınız morarıncaya, parmaklarınız kanayıncaya kadar vurun heryere

Hatırlayın
Firavunun hediyesi, Etiyopyalı köleyi,
Dünyada en çok kıskanılan kadını, Çilekeş anneyi, mahzun eşi
Ve asırlar sonra gelecek insanlık ağacının en kıymetli meyvesine
Zemin hazırlayan kutlu yolcuyu hatırlayın.
Ve hatırlayın onu hicrete hazırlayan sebepleri,
İsmail’in gelişine sevinen yaşlı Sare’nin,
Kadınlık hislerine yenik düşerek isyan edişini,
İbrahim’in çaresizliğini ve emzikten henüz kesilmemiş yavrusunu
Ötelere götürmesini hatırlayın.

İbrahim’in: "Allah'ım! Onları nereye götüreyim?" sorusuna karşılık
Allah buyurmuştu: "Yeryüzünde ortaya çıkardığım ilk kara parçasına."
Cebrail, İbrahim'e eşlik edip kılavuzluk yapmakla görevlendirilmişti.
İbrahim; İsmail ve Hacer'i alıp susuz, kıraç ve sıcak bir çöl olan Bi'r-i Şiye' vadisine götürdü
Çölün misafiri olan tek ağaç, üzerine atılan çarşafla beraber, yakıcı güneşe karşı Hacer ve İsmail için gölgelik oldu.
Dönüyordu İbrahim, Bir tulum su ve azıcık yiyecekle onları orada bırakmıştı.
Hacer, İbrahim'in eteğine asıldı;
Gözyaşı dökerek, acıklı bir sesle:
"Bizi bu susuz bitkisiz çölde bırakıp nereye gidiyorsun İbrahim?!" dedi.
İbrahim taş gibi bir iradeyle ve aynı sertlikte bir ses tonuyla cevap verdi;
"Beni, sizi buraya yerleştirmekle görevlendiren Allah, sizin velâyetinizi de üstlenmiştir."
Ve o andan sonra artık Hacer gözyaşlarına “dur” emrini vermiş,
- Git ey İbrahim! Bu madem Allah’ın emri, O bizi zayi etmeyecek, yalnız bırakmayacaktır, diye seslenmişti.
Bu kavruk, kupkuru, haşin dağların, katılaşmış lavların ortasında,
Uzak vadinin derinliklerinde yalnız bir çocuk ve çaresiz bir kadın,
Susuz, kimsesiz, barınaksız nasıl olacak.

Fakat emir, O’nun emri değil mi?
O istemedi mi hicreti;
O’nun muradı değil mi ayrılıklar, geçici yalnızlıklar?
Öyleyse, tevekkül, mutlak tevekkül gerekirdi.
Nihayet su ve yiyecekleri bitti.
Kuraklık, İsmail'e galip geldi, susuzluğun şiddetinden ağlıyordu.
Anne yüreği bu duruma dayanamadı.
Her geçen an çocuğun susuzluğu artıyordu.
Hacer İsmail’in çığlıklarını duydukça, can kuşu beden kafesinden uçacak gibi oluyordu.
Anne, çocuğu yalnız bıraktı ve bir köşeye çekildi ki İsmail'in can çekişme manzarasını görmesin!
Çocuğun ağlama sesi uzaktan da Hacer'in kulağına yetişiyordu ve onu telâşlı bir şekilde su aramaya zorluyordu.
Safa tepesine çıkıp etrafa göz gezdirdi.
Çölde bir serap gördü.
Serap peşince Merve'ye kadar koştu.
Merve'den de serabın peşinde Safa'ya döndü ve gitti geldi, gitti geldi, yedi kez yaptı bu işi.
Bütün bu süre içinde İsmail ağlıyor ve küçücük topuklarını yere vuruyordu.
Çığlıklarıyla annesinin kalbini pare pare ediyordu.
Hacer, Merve'nin üstünden yavrusuna baktı ve İsmail'in ayaklarının altından su kaynadığını gördü, yorgun ve bitkin bir bedenle yavrusunun yanına geldi,
Onu kucağına aldı ve dudaklarını suyla ıslattı.
Kendiside doya doya o sudan içti ve akıp giden suyun etrafını elleriyle çevreleyip yokluğun verdiği bir savunma ile dur dedi suya dur dur.
O günden beridir su kaynar durur bugünkü adıyla Kâbe olan o yerde.
Eğer dur demeseydi Hacer, çağlayanlar olup akacaktı belkide.

Şimdi çıkın tepelere analar, çıkın dağlara
Hacer gibi bir arayışla çaresizliğinizi vurun çöllere,
Vurun ki ötelerde gördüğünüz seraplar, gökten insin yerlere,
Ve çocuklar günahsız ayaklarınızı vurun yerlere,
Vurun ki suya olan vuslatınız rahmet olup, yerden fışkırsın göklere.
Öyle bir vurmayla vurun ki, İsmail’in yerine indirilen koç bedel olsun sizlere.İbrahim’ce bir tevekkülle, İsmail’ce bir teslimiyetle vurun ayaklarınızı heryere.
Şener İŞLEYEN
Pazartesi, Eylül 22, 2008 tarihinde Unknown tarafından kaydedilmiştir | 0 Yorum »

0 yorum: