GÖNLÜM YEMEN'DE KALDI

Yaklaşık 3000 km sürecek uçak yolculuğu akşam üzeri saat 20:00 civarında Konya havalimanından başlamıştı. Tam 189 gönüllü hareket etmişti, gönüllüler hareketi için Yemen’e.
Atalarımız için dipsiz bir kuyu olmuş Yemen o zamanlar. Giden gelmemiş. Şimdilerde ise giden geliyor artık. Ancak gidenlerin neden gelmediğini anlayarak, yaşayarak geliyor. İşte bizde giden gelmiyor diye ağıt yakılan ülkeye güle oynaya gidiyoruz. Çünkü 189 heyecanlı yürek, atalarımızın savaştığı ve neredeyse tamamının şehit olup, mezarlarının bile kaybolduğu ülkeye, gönüllerini koymaya gidiyorlardı. 1998 yılından beri Yemen’e giden ve oraya gönülleriyle beraber kendi varlıklarını koyan ağabeylere, İbrahim Sadri’nin şiirinde dediği gibi ‘kavuşmayı değil, koşuşmayı seven’ ağabeylere, bizde varız demeye gidiyorlardı. Onların koşuşturmasının yanında bizimkisi emeklemek bile sayılmazdı aslında. Ama yok demek boğazına bir yumruk gibi düğümlenen ağabeyler, fidanlara su taşımaya, fidanları suya taşımaya, kuru dallar arasında yeşillikler aramaya gidiyorlardı.
Uçakta hızlıca yenen yemek ve içilen çaylardan sonra, tek tek Kur’an sayfaları dağıtılmaya başlandı, bilenler birkaç sayfa okusun diye. Ve bir solukta bitmişti sanki 300 yapraktan oluşan kitabı mukaddes. Herkes daha fazla okumanın gayretindeydi sanki. Hatim duası yapmak üzere ağabeylerden birisi uçağın ön kısmına doğru yönelmişti ki, kaptan pilotun sesi duyuldu hoparlörlerden, “Uçağın sol pencerelerinden bakarsanız Medine şehrini göreceksiniz” diyordu. Herkes pencerelere akın etti. Gecenin karanlığında ışıl ışıl parlayan bir şehir ve orta yerinde ravza. Uçak 30000 fitten alçalmış şehrin üstüne ve muhteşem şehirden girdap girdap nur yükseliyordu sanki gökyüzüne. Anlatılmaz yaşanır derler ya öyle bir duygu kaplıyor insanın içini. Bu hislerle okunmaya başlanan hatim duasına âminlerle iştirak ediyoruz hep beraber. Ne kadar sürdü bilmiyorum dua bittikten hemen sonra kaptan pilotun sesi tekrar duyuluyor, “Şu anda sol tarafta Mekke şehri var üzerinden geçiyoruz…” tekrar bir dalgalanma ve herkes yine pencerelerde. Uçak, Medine’deki kadar alçalmasa da Kâbe, gecenin karanlığında yıldızlar arasından seçilebilen ay gibi parlıyor bütün ihtişamıyla. Hem Allah’a hamd ediyorum böyle bir yolculuğu bana nasip ettiği için, hem de dua ediyorum benim bu yolculuğuma vesile olan Duygu ağabeyim için. Bu duygularla yolculuk bir anda bitmişti sanki. Yemen’in başkenti San’a havalimanı uçağımızı kucaklamıştı. Bizler indikten sonrada gözleri pırıl pırıl gençler ellerinde akasya çiçekleri ile bizi kucaklamışlardı. Ve çaktırmadan memleket havası kokluyorlardı üzerimizde.
Yemen Cumhuriyeti; Orta Doğu'da, Umman Denizi, Aden Körfezi ve Kızıldeniz kıyısında, Umman ile Suudi Arabistan arasında yer alan bir ülke. Doğal Kaynakları petrol, balık, kaya tuzu, mermer, kömür, altın, kurşun, nikel, bakır ve batı bölgesinde verimli toprakların olduğunu öğreniyoruz. Ancak Yemende bunları ne işleyecek, ne de pazarlayacak bir sistem var. Dünya’nın en fakir ilk yirmi ülkesi arasında bulunuyor. Ortalama ömrün 60 yıl olduğu belirtilen ülkede kişi başı milli gelirin 800 dolar civarında olduğu belirtiliyor. Okuryazarlık oranının ise %30 civarında olduğu ülkenin etnik dağılımı ise Arap, Güney Asyalılar ve Avrupalılardan oluşuyor. Yemen’in tarihine kısaca baktığımızda ise; efsanelerde geçmişi MS 1. yüzyıla değin indirilen, Ghumdan adlı eski bir kale üzerinde kurulduğunu öğreniyoruz. Hz. Ali tarafından 632'de Müslümanlaştırılmış. Yemen, 1516 Osmanlı egemenliğine girene kadar İmamlar tarafından yönetilmiş. Ancak, 17. yüzyılın başlarında yeniden imamların fiili yönetimi başlamış. Kenti ancak 1872'de ele geçirebilen Osmanlılarla imamlar arasındaki çatışma 1913'e değin sürmüş. Bu tarihte yapılan antlaşmayla imamlar tam bir özerklik elde etmiş. Osmanlıların I. Dünya Savaşı'nda yenilgiye uğramasının ardından San'a başkent olmak üzere İmam Yahya Osmanlılarla yapılan antlaşmayı bozarak bağımsızlık ilan etmiş ve yıllar sonra oğlu tarafından aracında kurşunlanarak öldürülmüş. İmam Ahmet döneminde (1948-1962) güneydeki Taiz'e taşınan başkent, cumhuriyetin kurulduğu 1962'de bir kez daha San'a ya getirilmiş. 1990'da Kuzey Yemen'le Güney Yemen'in birleşmesinden sonra yeni devletin de başkenti olmuş.
Dünyanın en fakir ülkelerinden biri olan Yemen’de sefalet her köşe başında göze çarpıyor. Dünya’nın ilk barajının Yemen’de yapıldığını öğreniyoruz, ancak bugüne kadar hiçbir alanda gelişme olmamış ülkede. Ama kimse halinden şikâyetçi değil. Sevimli ve sempatik halk tarih boyunca büyük medeniyetlere ve sefaletlere ev sahipliği yapmanın gururunun, hüznünün ve acısının içersinde kalmış. Siyaha yakın tenleri, ince, oldukça çevik, gururlarına düşkünlüğü ile orta doğunun en savaşçı milleti olarak biliniyorlar.
Osmanlıların yıllarca nöbet tuttuğu bu kutsal topraklarda ilk sabah yolculuğumuz Babul Yemen mahallesinden başlıyor. Burada yüzyıllarca süren Osmanlı İzlerini görmek mümkün. Bab-ul Yemen (Yemen Kapısı) en önemli Osmanlı eserlerinden biri, İstanbul’da bulunan Sur kapılarının daha büyüğü ve daha ihtişamlısı gibi duruyor. Bu kapıdan içeri girildiğinde tamamına yakını Osmanlılar tarafından kurulmuş bir mahalle var. Yemen savaşında sağ kalıpta geri dönmeyen Osmanlı Askerlerinin birçoğunun bu mahallede mesken tuttuğu belirtiliyor. Otantik Mimarisi içerisinde, Bab-ul Yemen’de hızlı bir tur atıyoruz. Burası bizim İstanbul’daki Mısır Çarşısını ve Konya’daki Bedesteni andırıyor. Gat satıcıları, her köşe başında parıldayan cembiye tezgâhları, baharat kokularına karışan seyyar satıcıların sesleri, peçelerinin ardında kınalı ellerin kadınları, çömlekçiler, dokumacılar ve ahşap işçiliğinin sergilendiği arastalar, baharat pazarları eski kentin yaşamına çeşitlilik katıyor. Dar bir sokak içinde Susam yağı çıkartan bir atölye gösteriliyor bize. Asırlardan beri deve gücü ile çıkartılan yağ bugün de aynı yöntemle çıkartılıyor ve şişelenerek satılıyor. Çok sayıda Osmanlı eseri günümüze kadar ayakta durabilmeyi başarmış. Osmanlılar tarafından tamir edilen Cami-ül Kebir, Bekiriye Camisi, Osmanlı Askerleri'nin Karargâh merkezi, Bab-ul Yemen'in şehirdeki en önemli eserlerinin başında geliyor. Ancak bunların dışında kaybolmuş veya yıkılmış birçok eserin olduğu da aşikâr. Yemen Osmanlı topraklarının Hint Okyanusuna kadar uzanan son vilayetiymiş. Dünyanın en eski şehirlerinden biri olduğu kabul edilen San’a, Nuh Aleyhisselam’ın oğlu, insanlığın ikinci atası olarak kabul edilen San tarafından kurulmuş.
San’a caddelerini dolaşmaya başladığımızda, Cahillik ve fukaralık son noktasına kadar kendini gösteriyor. İnsanlarda genel bir bezginlik hali var. Her halleri bunu belli ediyor. Buldukları her yere oturan, kural tanımayan davranışları, giyim kuşamları bunun en belirgin özellikleri. Ülkenin sosyo-ekonomik durumunun gelişmemiş olması, yıllarca imamlık sistemiyle yönetilmiş olması, imamlık sisteminden sonra aynı kişi tarafından yönetiliyor olması, tüm dünya tarafından uyuşturucu olarak ilan edilen ve kullanımı ölüm cezalarına kadar gidebilen GAT bitkisinin Yemen’in en önemli tarım ürünü kabul edilmesi, Yemenlilerin talihsizliğini oluşturuyor. Çiftçiler çok daha iyi fiyat alabildikleri için, başka ürünler yerine, bol su isteyen gatı ekmeyi tercih ediyormuş. Zaten kuraklık çeken ülkede, su kaynakları daha da azalıyor ve bazen günlük, bazen haftalık, bazen de 15 günlük su kesintileri oluyormuş. Yemenli erkekler bellerinde Cembiye denilen bir hançer taşıyorlar. İki sene öncesine kadar kaleşnikof silahlarında taşınması serbestmiş. Şimdi ise bu silahlar sadece güvenlik görevlilerinde ve polislerde var. Birde kırsalda arsalarını koruyan halkta. Zaten kimin ne görevle ilgilendiği pek ayırt edilemiyor. Elinde silah gördüğünüz kişilerin polis olduğunu düşünebilirsiniz. Çünkü ülkede polis veya asker kıyafeti ile dolaşan çok sayıda insana rastlamakta mümkün. Ülke ekonomisinin büyük kısmını GAT bitkisinin ticareti oluşturuyor. GAT’ın ise Yemenliler üzerinde ayrı bir hikâyesi var. Yani Yemenliler GAT olmadan nasıl yaşarlar sorusunu kendi kendinize sorma gereği duyabilirsiniz, buradaki manzarayı görünce. Önce Gat’ın ne olduğuna değinelim.
Etiyopyalı bir çoban bir gün can sıkıntısından olacak ki bir otu ağzına atar başlar çiğnemeye. Otu çiğnedikçe, otun uyuşturucu ve uyarıcı etkisi olduğunu anlar. Çobanın bu buluşundan sonra Etiyopyalılar bu otu kullanmaya başlar, buradan bu otun çiğneme hikâyesi İngilizler vasıtasıyla, himayelerindeki Yemen’e sıçrar. Ve İngilizler bu otun ekilmesi ve yayılması hususunda halkı telkin ederler. Bugün Yemenlilerin %80’nine yakını bu otu her gün çiğniyor. Ülkedeki sebze ve meyve bahçeleri iptal edilerek çoğunluğu GAT bahçelerine dönüştürülmüş durumda. İnsanlar, resmi dairelerde çalışanlarda dâhil olmak üzere her gün öğleden sonra GAT çiğnemeye başlıyorlar. Ağızlarının bir tarafı sürekli şişkin bir şekle dönüşüyor. Hareketler yavaşlıyor, trafik kilitleniyor, ama kimse kimseye bir şey söylemiyor.
Yemen’in Yönetim sistemi her ne kadar Demokratik gibi görünse de durumun pek böyle olmadığı kanaatindeyim. Çünkü şu anki Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih otuz yıldır Yemeni yönetiyor. En son seçimleri %77 oy oranı ile kazanmış. Ancak Yemenliler Ali Abdullah Salih’i her tarafa asılmış fotoğraflardan ve pankartlardan veya televizyonlardan tanıyor. Halkın içerisine güvenlik nedeniyle pek çıkmadığı söyleniyor.
Bunların yanında San’a nın hatta Yemen’in simgesi olan İmam Yahya’nın evi görülmesi gereken yerlerin başında geliyor. İmam Yahya çok ilginç kişiliği olan ve oğlu tarafından aracı içerisinde kurşunlanarak öldürülen bir yöneticiymiş. Bir Osmanlı hayranı olan İmam Yahya önceleri Osmanlılarla iş birliği yapmış, ancak daha sonra bu antlaşmayı tek taraflı bozarak İngilizlerle işbirliği yaparak Osmanlılara karşı savaşmış. İmam Yahya’nın evine Dar’ül Hacer deniyor. Burası, Yemenli kadınlar için heyecan uyandıran altı yüzyıllık bir ev. Özellikle Sana’a da yaşayan kadınlar gelin olduklarında buradan çıkarak düğüne gidiyorlarmış. Büyük bir kayanın üstünde inşa edilen bu muhteşem evin önünde silahlar atılıp, milli oyunlar oynanıyormuş. Gelinle damat buradan alınarak düğün yerine götürülürmüş. Yukarıya çıkış için evin içinde, odalarda birden fazla merdiven bulunuyor. Çıktığınız ve indiğiniz merdivenler aynı olmuyor genelde ve şaşırtıyor insanı. İmam Yahya suikastlardan kurtulmak için böyle bir ev yaptırmış. Ve defalarca suikast düzenlenmesine rağmen hepsinden sağ olarak kurtulmuş, sonunda ölümü kendi oğlu eliyle olmuş.
2004 yılında Arap Kültür Başkenti ilan edilmiş San’a. Eski Kent, çok sayıda kapısı bulunan 6–9 m. yüksekliğindeki sağlam surlarla çevrili bir yer. Mimari açıdan en ilginç kapı, 1962'deki devrimden sonra Özgürlük Kapısı adı verilen Ba-bul Yemendir. Eski kentin merkezinde eskiden imam sarayı olan yedi katlı Cumhuriyet Sarayı yer alıyor. Eski pazaryerleri ve sayıları 40'ı geçen camilerin çoğu, kentin doğu bölümünde bulunuyor. En ünlü cami, Zeydilerin eskiden Mekke'deki Kâbe kadar değer verdiği ve dünya'nın en eski camilerinden biri olan Camiü'l-Kebir.
Çamurdan medeniyet yaratan, yüzlerce yıllık binaların zamana inat ayakta durduğu bu yoksul ülkede halk, gerçekleri unutup düşlerin limanına sığınıyor gat çiğneyerek. Öyle ki bu durum bir gelenek halini almış, bir dönem devlet dairelerinde yasaklanmaya çalışılsa da vazgeçilmiş. Nitekim polisler, askerler, devlet memurları, esnaf, yaşlılar hatta sıkı sıkıya örtünmek zorunda olan kadınlar da gat çiğniyor. Öyle ki “sosyalist” Güney Yemen ile aşiretlerin egemenliğindeki Kuzey Yemen arasındaki iç savaş yıllarında bile gat çiğneme saatinde çatışmalara ara verilip daha sonra devam edilmiş! Güney Yemen sosyalist halk cumhuriyeti 1990’a kadar yaşamış, bu tarihte her iki Yemen birleşmişler. Birleşme öncesinde Güney Yemen’de sadece resmi tatil günlerinde ve evlerde çiğnenmesine izin veriliyormuş, ancak bugünkü yönetim aleni ve yaygın hale getirmiş. Tüketimin sonradan çok fazla artması buna bağlanıyor. Her gün tek öğünleri olan öğle yemeklerini yedikten sonra, saat bir gibi gat yaprakları bir naylon poşetten çıkarılıyor ve çiğnenmeye başlanıyor. Çiğnenen bu yapraklar ağızda biriktiriliyor. Bir süre sonra gözler camlaşıyor, akıllar durgunlaşıyor ve birkaç saatliğine yoksulluk yerini gerçekleşmemiş düşlerin gölgesine bırakıyor. Gat aynı zamanda açlık duygusunu bastırıyor ve tek öğünle günü geçiriyorlar. Bu nedenle, Yemen’de şişman insan görmek çok zor. 600 yıllık gelenek devletin desteklemesiyle her geçen gün artarak sürüyor. Su seviyesi her yıl 9 metre azalıyor, Yemenliler gerçeklerden birkaç saat kaçtıkları gat yapraklarını çiğnemeye devam ediyorlar… Karabiber ve kahve tarlaları yerini gat yetiştirmeye bırakıyor.
Nüfusun yarısı 15 yaşın altında, okur yazarlık oranı yüzde otuzlarda… Mistik bir ülke Yemen… Efsunlanmış olan sadece insanlar değil, yüzlerce yıllık çamur renkli binalar, sonsuz uzanan çöl ve zamanın esiri olmuş ‘modern’ dünyanın tersine ağır, yavaş akan bir zaman hüküm sürmekte Yemende…
Okur yazar nüfus oranı düşük olunca 1998 yılında karar vermiş ‘önden gidenler’ buralara okullar açmaya… Ve Endülüs medeniyetinin yaptığı gibi, Osmanlının yaptığı gibi önce önden giden gönül erleri çıkmış yola. Sana’da iki, Aden ve Taiz’de birer adet olmak üzere Yemen’de kiralık binalarda eğitim veren dört adet Türk Koleji bulunuyor. Bu okullar Yemen’in eğitimine çok önemli katkılar sunuyor. Yemende bulunan en üst düzey insanlardan, her milletten öğrenci bulunuyor. Bu durum Yemenlileri son derece memnun etmiş ve Yemen devleti Türk okullarına destek olmuş, daha fazlasını istemişler. Türk öğretmenlerinin tamamı buraya gönüllü olarak kendi istekleri ile gelmişler. İlk geldikleri zamanki yaşadıklarını dinlemek ise insanı hem hüzünlendiriyor hem de gururlandırıyor. Ayrı bir gurur yaşadığımız olay ise; okuldaki öğrencileri Türkçe olimpiyatlarına hazırlamaları ve mezuniyet törenlerine bizleri de dahil etmeleriydi. Muhteşem bir tören. Ülkenizden 3000 km uzakta, 16 değişik ülkeden 40 civarında öğrenci hem aynı duyguyu hem aynı dili konuşuyor, yani sizin dilinizi paylaşıyor ve sizlere İstiklal Marşı ile hoş geldiniz diyorlar. Müthiş bir duygu. Ardından Yemen Türküsü ile ruhunuza dokunuyorlar. Şiirler, türküler derken Yemenli gençler ‘Harmandalı’ ve ‘Şemmame’ oynuyorlar karşınızda. Alkışlarınızla ritim tutmamanız imkansız. Sanki o şiirleri okuyanlar, türküleri söyleyenler, halk oyunlarını oynayanlar Yemenli çocuklar değil de bizim çocuklarımız gibiydi. Program bittikten sonra öğretmenlere ve yöneticilere başarılar dileyerek, çocukların parlayan gözlerinden, masum duruşlu yanaklarından öperek ayrıldık. Bu ülkede açılan Türk kolejleri kısa sürede o kadar başarı sağlamış ki gidilmesi yasak olan ya da izne bağlı bölgelere giderken rehberimizin kontroller yapan Yemen askerlerine "Türk kolejinde öğretmenim" demesiyle bütün kapılar açılıyor. Bu kardeşleri görünce; yaşadıkları yerleri, soludukları havayı ve çektikleri hasreti biraz daha iyi anlıyorsunuz. Yazımın başında dediğim gibi gerçekten fidanlara su taşımaya, fidanları suya taşımaya, kuru dallar arasında yeşillikler aramaya neden gittiklerini daha iyi anlıyorsunuz.
Ve Yemen Türk Koleji temel atma töreni. Bundan yaklaşık 2 ay önce yine Konyalı gönüldaş işadamları tarafından, Konya’nın Akyokuş tepesine benzer, Sana şehrine hâkim bir tepe üzerinde 24.000 m² arsa satın alınmış. Tepeyi Ferhat gibi delmişler, düzlemişler ve Şirin’e hazır hale getirmişler. Alt kısımda ilköğretim okulu, üst tarafta ayrı ayrı kız ve erkek koleji, ortalarında konferans salonu. Dev bir eğitim yuvası. Türkiye’den Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı, Konya Milletvekilleri, iş adamları, Yemen’den ilgili yöneticiler, şantiye çalışanları, veliler, gözlerde sevinç. Her yer panayır alanı gibi şen şakrak, hava şahane, Sana şehri alabildiğine gözünüzün önünde bayram ediyor.
Yapılacak eğitim kompleksinin finansmanını Konya’lı gönüllüler sağlayacak. Ben sıradan bir vatandaş, hayıflanıyorum kendi kendime. Gönüllüyüm ama nereye kadar ve ne kadar. Borç, dert, geçim telaşı bizi bizden uzaklaştırmış. İki gündür bizim kahrımızı çeken, bize Yemen’i anlatan Ertuğrul hocaya takılıyor gözüm. Herkesten daha mutlu, yüzünde güller açıyor. İlk geldiğinde 3 gün girdikleri evden dışarı çıkamadıklarını anlatmıştı. Sonra 200 Dolar maaşla başlamış öğretmenliğe. Yarısı kira, kalanı da geçim için. Evli, çocuğu var, memleketten uzak. Bir sözü beynime ok gibi saplanmıştı, “maaşımızı arttırıp, fakir öğrencilere yardım ediyor ve okulun diğer giderlerine harcıyorduk” demişti. Ana babayı sılada bırakmış, kendini gurbete salmış, parasını, ailesini, kendini her şeyini feda etmiş. Ne için diye düşündüm. Üstad Bediüzzaman’ın sözleri geldi aklıma: "O abd-i misafir sensin. Burdur, dünyadır. Antalya, kabir. Şam, berzah ve haşirdir. Yemen, mâba'd-ül haşirdir." (Nurun İlk Kapısı sh.42) diye temsilde yad edilen Yemen, bu gün artık, canlı ve hayatdar ve hizmet noktasından bir nurani istikbal vad ediyordu.
Hiçbir şey veremesem de ben Yemende gönlümü bırakıyordum, dualarımı bırakıyordum ve daha fazlasını verebilmek adına ruhumdan süzülen teselli mısralarını bırakıyordum dönüş yolunda.
“Açılır bir gün bahtımız bizim, hemen battıkça batmaz ya,
Sebepler halk eden Mevla’m, kerem bab-ın kapatmaz ya,
Benim hakka münacatım, değil bir rızk için haşa…
Allah Rezzak-ı Alemdir, rızıksız kul yaratmaz ya.”
17.05.2010 Şener İŞLEYEN
Salı, Mayıs 18, 2010 tarihinde Unknown tarafından kaydedilmiştir , | 0 Yorum »

0 yorum: