SU'DAN SEBEPLERLE ARZUHALİMİZ (5)

EDEBİYATIMIZDA ve SANATTA SU

Bütün eski kültürlerde olduğu gibi, Türk milletinin tarihi kültüründen kaynaklanan edebiyatımızda da, varlığın dört unsurdan meydana geldiğine inanılır. Bunlar ‘anâsır-ı erbaa’ diye bilinirdi. Bu dört unsur içinde de korunmaya muhtaç olan sadece sudur. Geçmişten günümüze insanı ruh ve beden temizliğine çağıran İslamiyet için su, bu temizliği sağlayacak olan aziz bir varlık olmuştur.
Sadece Türk-Osmanlı Edebiyatında değil Arap Edebiyatında da, Edebiyatın İslami dünya görüşü çerçevesinde geliştiği dönemlerde divan, tekke ve halk edebiyatı üsluplarına uygun olarak su, hem mecazî hem de hakikî anlamları ile yer almıştır.
Bütün klasik edebiyatlarda olduğu gibi, divan edebiyatında da soyutlanarak yüceltme çabası egemen olduğundan, suyun gerçek anlamından çok mecazî anlamları ağırlık kazanmıştır.
Eski Arap sözlüklerini araştırarak mâ ile alakası bulunan dil kalıplarının peşine düşen biri, Arapların bizzat bu kalıplardaki ulaştığı dereceyi anlar. Dil kalıpları hangi asırda olursa olsun, insan topluluklarının akli ve sosyal hayatını büyük ölçüde yansıtır.
Arap hayatının su ve yağmurla irtibatı sebebiyle, Arapçada su ile ilgili çok sayıda kelime oluşmuştur. Arapça sözlüklerde, örneğin; yağmur anlamında çok sayıda kelime bulunduğu gibi, yağmurla ilgili de çok sayıda kelime mevcuttur: bulut, bulut türleri, bulut kümeleri, yağış şekilleri vs gibi. Yine Arapçaya ve Türkçeye Farsça su kelimesinin anlamı olarak geçen ‘ab’ kelimesi aynı şekilde kelimelerin türetilmesinde, kullanışında suya ait birçok sözcüğün meydana gelmesine neden olmuştur. Dilimizde de kullanılan ve çokça bilinen ‘ab-ı hayat’ kelimesi suya, hayatın kaynağı anlamını yüklemektedir. Arapça bulut kelimesinin karşılığı olan ‘sehab’, sakin yağan yağmurun karşılığı olan ‘dime’, çiselemenin karşılığı olan ‘rahme’, sağanak yağmurun karşılığı olan ‘ubâb’ bardaktan boşanırcasına şiddetli yağmurun karşılığı olan ‘zehme’ gibi kelimeler hep ‘mâ’ ve ‘ab’ kelimelerinin türetilmesi ya da ek olarak kullanılmasıyla Arap dili terminolojisini zenginleştirmiştir. Dolayısıyla Arapçadan Osmanlıcaya, Osmanlıcadan da günümüz türkçesine yerleşmiş olan suya dair birçok kelime edebiyatımızda kullanılagelmiştir. Diğer bir deyişle, eski edebiyatımızdan suyu çıkarmaya kalkışsak, elimizde hiçbir şey kalmazdı.
Suyun tabiattaki görünüşü, yaratılış, türeyiş ve Türk Mitolojisi hep su, gök ve yer ile birlikte destanlarda yer alır. Kutadgu Bilig’den Erzurumlu İbrahim Hakkı’ya, Yunus Emre’den Fuzuli’ye ve Nurullah Genç’ten, İskender Pala’ya kadar geçmiş ve günümüz kalemdarları suyun ilginç sergüzeştini değişik betimlemelerle mısralarına yansıtmışlardır.
Su temizliktir, iyiliktir, medeniyettir, hayatın kaynağıdır; sevgilinin omuza dökülen saçlarıdır; gözüdür dudağıdır, su insan ömrüdür, sevgilidir, Peygamber sevgisidir. Seven, şairler şahsında bütün insanlık olunca, sevilen efendiler efendisinden başka kim olabilir? O zaman suyun adı manzume olur, naat olur. Beyitlere, mısralara dökülür. Nesirler, girizgâhlar, methiyeler, fahriyeler ve dualar renk renk ışık ışık dizelere dizilir de adı Su Kasidesi oluverir birden.
Edebiyatımızda su ile ilgili muhteşem eserlerden biri Fuzuli’nin Su Kasidesidir.
“Saçma ey göz, êşkden gönlümdeki odlara su
Kim bu denli tutuşan odlara kılmaz çare su.
Suya versin bağban gül zarı zahmet çekmesin
Bir gül açılmaz yüzün, tek verse min gül zara su.”
(“Ey göz! Gönlümdeki içimdeki ateşlere gözyaşımdan su saçma.
Çünkü bu kadar çok tutuşan ateşlere su fayda vermez.
Bahçıvan nafile yorulmasın, gül bahçesini sele versin;
Çünkü gül bahçesini bin kere sulasa senin yüzün gibi bir gül açılmaz.” Gül mevsimi, Hz. Muhammed’in bulunduğu Asr-ı Saadet’tir ve Hz. Muhammed’in yüzü, şeklinin güzelliğiyle güle benzetilmiştir.)
Burada öven sözün sultanı, övülen iki cihan sultanıdır. İskender Pala’nın Su Kasidesi değerlendirmesini buraya almak istiyorum.
Efendiler efendisi, Âlemlere rahmet olarak gönderilmişti. Hatırlayın, su bir rahmet değil miydi?
Efendiler efendisi hayatı güzelleştirdi, süsledi ve ölü kalplere hayat verdi. Akledin, bunlar suya has sıfatlar değil midir?
Efendiler efendisi cömertti, hayırhah ve alçakgönüllü idi; su hepsi birden yok muydu?
Efendiler efendisi Kur’an ile gelmişti, kutlu ağzından çıkan ayetler birer hayat idi. Araştırın, Kur’an’ı güzel okuyan Muhsinler için ‘’ Su gibi okuyor, su gibi ezberlemiş’’ deyimleri boşuna mı söylenirdi?
Sevgili Levlak sırrına mazhariyetle âlemlerin en yücesi olarak yaratıldı. Düşünün, su ikram edenlere dua için neden "Su gibi aziz ol!" denilirdi! Sevgili kâinata süs olmuş bir dür-i yek-dane, bir müstesna inci idi. İncilerin suda büyüdüğünün farkında mısınız gerçekten? Sevgili ahir zaman nebisi idi; ama ilk önce O'nun nuru yaratılmıştı. Acaba, "Hayatı olan her şeyi sudan yarattık (Enbiya, 30)" bize neyi hatırlatıyor?
Su, benim Efendim, Sevgilim.
Su, Efendilerin Efendisi, en sevgili,
İbtida Gül vardı, meğer Su da varmış.
Aaah, Gül-i ranâ! O gün, ben müştakına da şefaat denizinden bir damlacık lütfeder misin?
Ve günümüz naatlarının belki de en güzel örneklerinden biri olan Nurullah Genç’in Yağmur şiirinin son kısmı, En Sevgiliyi yağmura benzetip cahiliye dönemini, asrısaadeti ve 1400 yılın özetini gözler önüne seriyor ve ‘Rahmetenlil Âlemin’ sırrının şifrelerini veriyor mısraları arasında aslında.
“…Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım,
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım,
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım,
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım,
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım,
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım,
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım,
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım,
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım,
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım,
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım,
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım,
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın,
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım.”
Tekke şiirinde Yunus Emre, halk edebiyatında da Karacaoğlan farklı üslupların sözcüsü gibidirler. Ferhat’ın Şirin aşkına tek başına dağı delip şehre su getirme şartını kabul etmesi, başlı başına bir hayranlık konusu. Hz. Yusuf kıssasında Yusuf’un kuyuya atılması ve belki nübüvvet mührünün o kuru kuyuda O’na geçmesi, rüyasındaki kıtlık, susuzluk ve ardından gelen Nil vadisinde Mısır Sultanlığı, suya dair dikkat çeken hususlar olarak düşünülmeli.
Su, sadece şiir, gazel, ağıt ve naat değil, dua olmuş kimi zaman. Bediüzzaman’ın ‘her ibadetin vakti olduğu gibi, külli bir ibadet hükmündeki duanın da zamanı vardır, mesela; yağmur duasının vakti, yağmursuzluktur’ ifadelerini ispat edercesine yaşanan bir olayı anmadan geçemeyeceğim. Konya’da 1927-1933 yılları arasında yaşanan kıtlık üzerine Konyalı âlim zatlardan olan Âsârı Fahri Kulu Efendi ‘Bar Gâh-ı Ahadiyyete’ yani Yağmur Duası yapar. Ve dua biter bitmez yağmurun yağdığı ve kıtlığın sona erdiği rivayet edilir. Bahsi geçen kırk beyitlik duadan kısa bir bölümünü sunmak istiyorum:
“Adlin durumu tab’ımıza virmede sıklet
Dayanamayup istiyoruz fadl ile minnet
Şekva ideriz biz sana, bizden yükümüzden
Kucakladı bizi heva arkadan hem önümüzden
Biz nefs ile şeytana uyup hakdan ıradık
Mesutluğu hep sanki bu uyumada aradık
Bağışla suçu sula bizi, rahmeti neşrit
Darlıkda olan beldelere ehline rahmet
Hep bunca felaket böyle tecelli bizden ilahi
Şekvada budur ruhumuzun yükselen ahı
Dergâhına doğru varıyor mağfiret ister
Ma’sumlara da acı bize lütfunu göster
Isyanları ihsanlar ile karşılamak fadl ü keremdir
“Ya rabbiy” diyene “ya abdiy” dimek dertlere em-dir
Ervah ile eşbah toplanarak kapuna geldik
Rahmet dileriz ağlaşırız çünki bunaldık
Geldik kapuna muzdarrız eya Rab hayye eğısna
Yüz karamıza vurma yüze rabbıma ğısna”
Yunus’un dertli dolap gibi sularını akıtıp inlemesi, Yahya Kemal’in denizle sonsuzluk betimlemeleri, Nedim’in yaşama sevinci olarak suyu kullanması, A. Hamdi Tanpınar’ın küçük bir şadırvandan akan su sesiyle Bursa’yı billur bir avizeye benzetmesi suyun sanatsal yolculuğunda bize rehber değil mi? Necip Fazıl’ın yaşadığı entelektüel kriz içinde insanı, tabiatı, tarihi, yıldızları, fikirleri suya benzetmesi, gençliğe verdiği ve yüklediği misyon itibariyle suyun kıymeti değil mi? Ve daha niceleri; Orhan Veli, Galata’dan dinler su sesiyle İstanbul’u, Sait Faik, Adalar’da suya dair hikayeler bezer kavgalarına ve su sesini derinlerden hem de çok derinlerden duyabilen Sezai Karakoç Sultanahmet çeşmesinden akıtır gözyaşlarını…
Darbı meseller, atasözleri, deyimler; genelde, dini inançları, felsefi kanaatleri ve dile milli damga vuran geleneksel kültürleri taşır günümüze. Bir yerde; suyu görünce teyemmüm bozulur, başka bir yerde; denize düşen yılana sarılır, daha ileride; damlaya damlaya göl olur su.
Zaman bile su gibi hızla geçer, ezberler su gibi yapılır, para su gibi harcanır, suya sabuna dokunulmaz, baştan savma işlerle suya tirit katılır, kimi kurnazlar suya götürür susuz getirir ve her şeyi su basar, terlersin su içinde kalırsın, ağaçların tohumlarına su yürür bahar gelir, suya giden eşek gelsin diye dayağa sabredersin, su biter hayat söner, su katılmamış muhabbetlere, Hz. Muhammed’le rahmet arar insanoğlu su diye… Ve O, uzatır parmaklarını 14 asır öncesinden, Kerbela toprakları ıslanır, Filistin’de ölen Hasan’lar, Hüseyin’ler ayın iki pare olmasına sebep parmaklardan akan sularla yıkanır, giderken şehadete…
Ebru’da sonsuzluk olur su, bir daha hiçbir fırça darbesi aynı şekli veremez suya. Sanatçı, suyla Allah’ı taklit eder, insanların hepsi de birbirine benzer ebru gibi ama hiç biri birbirinin aynısı değildir. Ebru ile sanatkârın şahsında Allah’ın el-Halk, el-Bedi ve el-Musavvir sıfatları tecelli eder. Manevi kemalat, ruh ve ahlaki güzelliğin doruk noktası olarak ebru sanatında mükemmeliyete ulaşır.
Toplumsal kaynaşmanın sembolü renklerin su üstündeki raksı, tabiatın bağrından devşirilen malzemelerle meydana getirilen ilahi nağmelerin suya yansıması olur ebru. Ateş denizi, gül bahçesi, renk fırtınası, aşkın seması, ışık ve bakış ve tek bir lale bile renk renk ahenkle suya koşar. Kalbin derununa damlar renkler, su aşk olur, alev olur, ateş olur, Yâr olur…
Su eserlerindeki tezyinat, işleme ve kitabeler, suyollarındaki envai çeşit renk ve çeşitteki çiçekler, bahçelerdeki desenler, su göletleri ve çağlayanların kenarlarındaki ağaçlara tünemiş muhteşem güzellikteki kuşların cıvıltıları zikir halkası oluşturur, size cennetten bir numune zerresi sunarak tefekkür abidesi oluverir. Ve bütün bu sanatın işaret ettiği ‘la galibe illallah’ sözünün suyun kuvveti ile esmai ilahiyeye işaret etmesi, İslam kültürünün sanatla birleşerek yüzyıllar boyu ayakta dim dik duran su medeniyetinin ilelebet süreceğinin müjdesini verir.
Pazartesi, Şubat 09, 2015 tarihinde Unknown tarafından kaydedilmiştir , , , | 0 Yorum »

0 yorum: